BİYOÇEŞİTLİLİK
BİYOÇEŞİTLİLİKTE BİR SORUN VARSA İNSAN YAŞAMINDA DA BİR SORUN VAR DEMEKTİR
Biyoçeşitliliğin, üzerine daha iyi olan dünyayı inşa edebileceğimiz temel olduğunu vurgulamak ve toplumların bu konudaki farkındalığını artırmak amacıyla her yıl 22 Mayıs’ta kutlanan “Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü”nün 2022 yılındaki teması: “Tüm yaşam için ortak bir gelecek inşa etmek”. Biyoçeşitlilik (biyolojik çeşitlilik) deyince genellikle çok çeşitli bitkiler, hayvanlar ve mikroorganizmalar aklımıza gelir. Ancak biyoçeşitlilik, aynı zamanda her tür içindeki genetik farklılıkları ve ekosistemlerin çeşitliliğini de (göller, ormanlar, çöller, tarımsal araziler…) içerir. Biyoçeşitlilik; üyeleri olan insanlar, bitkiler ve hayvanlar arasında çok sayıda etkileşime ev sahipliği yapar. Bu etkileşimler öyle değerlidir ki… Biyolojik çeşitlilik kaynakları, üzerine medeniyetler inşa ettiğimiz sütunlar gibidir. Bu kaynaklar; sağlıklı bir yaşamın ve çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakma hayalimizin temelidir. Başka bir deyişle, biyoçeşitlilikte bir sorun varsa insan yaşamında da bir sorun var demektir…
Bu yazımızda, biyoçeşitlilik hakkında bakış açımızı genişletecek bazı önemli noktalara değinmek istiyoruz. Çocuklarımızın geleceği, biyoçeşitliliğin küresel boyutta öneminin kavranması ve korunması ile yakından ilgilidir. Ne yazık ki bugün, biyoçeşitliliği 100 yıl öncesine kıyasla on bin kat daha hızlı bir şekilde kaybediyoruz… Bu kayıp, insan yaşamını ve gezegenimizi tehdit ediyor.
Biyoçeşitlilik Neden Önemlidir?
Biyoçeşitlilik önemlidir çünkü: Dünyadaki yaşamın çeşitliliğinde ve sürdürülebilirliğinde hayati bir faktördür. Biyoçeşitliliğe sahip bir ekosistemde, eğer çevre değişirse ve bazı organizmalar artık gelişemezlerse diğerleri onların yerini alabilir ve temel işlevleri yerine getirebilir. Sağlıklı ekosistemler için en önemli olan, genellikle en çok gözden kaçan türlerdir. Örneğin böcekler, çiçekli bitkilerin tozlaşmasında önemli bir rol oynar -yediğimiz yiyeceklerin üçte biri tozlayıcılara bağlıdır-.
Bilimden teknolojiye, gıdadan tarıma, ilaçtan endüstriye; hayatın her alanında doğaya muhtacız. Biyoçeşitlilik; insanlar, bitkiler ve hayvanlar arasında çok sayıda etkileşimin gerçekleşmesini sağlar. İnsanların doğayla bağlantısını gösteren ve yaşamın devamlılığını sağlayan bu etkileşimleri birkaç örnekle daha iyi anlayabiliriz: Balık, yaklaşık 3 milyar insana hayvansal proteinin yüzde 20’sini sağlıyor. İnsanlık, beslenmesinin yüzde 80'inden fazlası bitkilerden elde ediyor. Gelişmekte olan ülkelerde kırsal alanlarda yaşayan insanların yüzde 80’i temel sağlık hizmetleri için geleneksel bitki özlü ilaçlardan faydalanmaya devam ediyor. Yapılan tahmini hesaplamalara göre dünya tarımsal üretiminin en az üçte biri, arılar sayesinde gerçekleşiyor. Arılar, polinatör olarak isimlendirilen ve tozlaşma sağlayan böcekler içinde önemli bir paya sahip. Dünya gıda üretiminin %90’ını sağlayan 82 bitki türü, %63’ünü arıların oluşturduğu polinatörler sayesinde tozlaşıyor. Arıların tozlaşmadaki eksikliği, türlerin yeterince tohum üretememesi anlamına geliyor ve bu da tohum ya da meyvenin üretilememesi sonucunu doğuruyor…
Biyoçeşitliliği Hızla Kaybediyoruz…
Biyoçeşitliliğin, gelecek nesiller için muazzam bir değere sahip küresel bir varlık olduğu bugün artık kabul edilse de, ne yazık ki insan faaliyetleri sebebiyle türlerin sayısı önemli ölçüde azalmaya devam ediyor. Birçoğumuz, bu kaybın farkında olmadan yaşıyoruz ancak veriler, bu kaybın önüne geçmezsek çocuklarımızın sadece geleceğini değil bugününü de tehlikeye attığımızı söylüyor. Biyoçeşitlilik kaybının zoonozları (hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıkları) tetiklediğini biliyoruz. Öte yandan, biyoçeşitliliği koruyabilirsek pandemilere karşı daha güçlü bir şekilde savaşma, bu pandemilerin oluşumunu engelleme şansımız var.
Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu’nun (IPBES’in) Raporuna Göre:
Rapor, yaklaşık 1 milyon hayvan ve bitki türünün, birçoğunun onlarca yıl içinde, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar “yok olma tehlikesiyle” karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Karasal habitattaki yerli türlerin ortalama bolluğu 1900’den bu yana en az %20 oranında azaldı. Amfibi türlerinin %40’ından fazlasının, resif oluşturan mercanların yaklaşık %33’ünün ve tüm deniz memelilerinin üçte birinden fazlasının ve böcek türlerinin %10’unun tehdit altında olduğu tahmin ediliyor. 16. yüzyıldan bu yana en az 680 omurgalı türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Gıda ve tarım için kullanılan tüm evcilleştirilmiş memeli türlerinin %9’undan fazlasının 2016 yılına kadar nesli tükendi ve en az 1.000 tür daha tehdit altında. Dünya çapında gerçekleşen insan seyahati, çok büyük bir emisyon ayak izine sahiptir. Bu seyahatler aynı zamanda istilacı türlerin hem kazara hem de kasıtlı olarak yayılmasına izin vermektedir. Bazı bölgelere yerli olmayan türlerin girmesi, birçok hassas ekosistemi riske atarak yerli türleri tehdit ediyor.
Karadaki çevrenin dörtte üçü ve deniz çevresinin yaklaşık %66’sı insan eylemleriyle önemli ölçüde değişti. Dünyanın kara yüzeyinin üçte birinden fazlası ve tatlı su kaynaklarının yaklaşık %75’i artık mahsul veya hayvan üretimine ayrılmış durumda. Arazi bozulumu, küresel arazi yüzeyinin %23’ünün üretkenliğini azalttı. Küresel mahsul, tozlayıcı kaybından dolayı risk altında. 100-300 milyon insan, kıyı habitatlarının kaybı nedeniyle artan sel ve kasırga riski altında. Plastik kirliliği 1980’den beri on kat arttı. 300-400 milyon ton ağır metal, zehirli çamur ve endüstriyel tesislerden gelen diğer atıklar her yıl dünya sularına dökülüyor ve kıyı ekosistemlerine giren gübreler şu ana kadar okyanuslarda 400’den fazla “ölü bölge” üretti.
Her Zamankinden Daha Fazla…
Her zamankinden daha fazla insanın daha fazla alana ihtiyacı var. Zararlı insan faaliyetleri, doğal ortamları ihlal etmeye ve böylece sayısız türün yaşam alanlarını yok etmeye devam ediyor. Sayımız arttıkça; şehirler, altyapı ve ekili alanlar büyüyor. Bu genişleme habitatı parçalıyor ve geride hayatta kalamayacak kadar küçük doğal bitki ve hayvan popülasyonlarından oluşan “izole adalar” bırakıyor. IPBES'e göre, kara alanlarının yalnızca dörtte biri ve okyanusların üçte biri insan faaliyetlerinden nispeten zarar görmemiş durumda.
Her zamankinden daha fazla insanın her zamankinden daha fazla şeye ihtiyacı var. İnsanoğlunun kereste, petrol ve mineraller gibi kaynakları acımasızca tüketmesi, dünyanın dört bir yanındaki doğal yaşam alanlarını yok etmeye devam ediyor. Denizlerimizdeki büyük ölçekli endüstriyel balıkçılık, yabani türlerin üzerinde muazzam bir baskı oluşturuyor. Yaban hayatı kaçak avcılığı, birçok türün hayatını tehdit ediyor.
Her zamankinden daha fazla insan daha fazla iklim emisyonu üretiyor. Gezegenimiz; karbondioksit ve metan dâhil olmak üzere artan sera gazı üretimimiz nedeniyle bir iklim krizinin eşiğinde. Küresel sıcaklık artışı nedeniyle türlerin azaldığını zaten görüyoruz. Her yarım derecelik bir ısınmanın ekosistemler üzerinde büyük bir zincirleme etkisi vardır -hareketli türlerin göç edecek alanları tükenir ve mercanlar gibi sıcaklığa duyarlı organizmalar büyük ölümlere uğrar-. Resif oluşturan mercanlar gibi kilit taşı türler yok olduğunda destekledikleri zengin ve karmaşık ekosistemler de çöker.
Her zamankinden daha fazla insan, her zamankinden daha fazla atık ve kirlilik üretiyor. Nüfus arttıkça evlerden, tarımdan ve sanayiden gelen atıkların bertarafı giderek daha ciddi bir sorun haline geliyor. Okyanuslarımız, deniz kaplumbağalarından balinalara kadar milyonlarca hayvanın ölümüne neden olan plastik atıklarla boğuluyor. Böyle devam edersek 2050 yılına kadar denizlerde balıktan çok plastik olacağını tahmin ediliyor.
Her zamankinden daha fazla insanın daha fazla yiyeceğe ihtiyacı var. Habitat tahribatının, iklim değişikliğinin ve kirliliğin başlıca itici gücü olduğu için tarım, özel olarak anılmayı hak ediyor. Modern gıda sistemlerimiz, tüm sera gazlarının yaklaşık üçte birinden sorumlu olarak iklim değişikliğine en büyük katkıyı sağlıyor. Tarım, dünyadaki tüm yaşanabilir arazilerin %50’sini kaplıyor, memeli ve kuş türlerine yönelik yok olma tehditlerinin %80'i tarımdan kaynaklanıyor. Devasa nüfusumuzu beslemek için insanlık olarak monokültürlere, suni gübrelere ve pestisitlere dayanan tarım sistemleri geliştirdik. Monokültürler hastalığa karşı giderek daha hassas hale geliyor, bu nedenle böcek popülasyonlarını yok eden yaygın pestisit kullanımını gerektiriyor. Bu çiftçilik yöntemleri, toprağın tükenmesine yol açıyor, çiftliklerden gelen akıntılar su kütlelerini kirletiyor ve doğal yaşama zarar veriyor.
Doğa, küresel olarak insanlık tarihinde görülmemiş oranlarda tahrip ediliyor, türlerin yok olma oranı artıyor… Yaklaşık 15.000 bilimsel ve hükümet kaynağının sistematik incelemesine dayanan IPBES’in raporu, bize bu pek çok acı gerçeğin yanında bir fark yaratmak için çok geç olmadığını, ancak yerelden küresele her düzeyde şimdi harekete geçmemiz gerektiğini söylüyor. “Dönüştürücü değişim” yoluyla doğa ve biyoçeşitlilik hâlâ korunabilir.
Daha Dengeli, Daha Doğasever, Daha Farkında Olduğumuz Bir Yaşam Mümkün…
Doğada her canlının bir işlevi var. Biyoçeşitliliği korumak için doğayı daha iyi anlamamız ve doğayla olan ilişkilerimizi yeniden tasarlamamız gerekiyor. İnsanlık olarak bize düşen görev, doğayla ilişkilerimizi iyileştirerek gezegenin tüm varlıklarıyla birlikte korunmasını sağlamaktır. Dijital dönüşümü yaşarken bir yandan da doğaya dönüş sürecimizi başlatabiliriz. Çocuklarımızın, koskocaman bir bütünün küçücük ama çok değerli bir parçası olduklarını anlamalarını sağlayabiliriz. Onlar için doğayla daha fazla etkileşim kuracakları fırsatlar yaratabiliriz. Biyoçeşitliliğin, üzerine daha iyi olan dünyayı inşa edebilecekleri temel olduğunu çocuklarımıza öğretebiliriz.
KidZania’dan sevgilerimizle
Paylaş
Haydi çocuklara eğitim ve eğlenceyi, gerçek hayatı deneyimledikleri KidZania’yı sizde paylaşın.